Bu yazıyı okuduktan dakikalar sonra dijital ortama ne kadar yazılım hazır olduğunu, elinizdeki son model için hangi dahice buluş yapılmış olabileceğini ve yapay zekanın hangi aşamada olduğunu bilemeyeceğiz. aklımızı uçurmak veya çalışmak. Bu dijital çağ “bilgi çağı” olarak adlandırılsa da aslında “hız çağı”dır. Hızın bilgiden çok daha önemli olduğunu söyleyebilirim ama bunu kanıtlayamam. Çünkü sistem milisaniyeler içinde yapılan ayarlamalar üzerine kuruludur. Teknolojinin verdiği yetkiye dayanarak hem günlük hayatta hem de ilişkilerde hız bekliyoruz. Her geçen gün daha da tahammülsüzleşiyor ve her işe giden en kısa yolu arıyoruz. Jetonlu büfelerin önünde sıraya giren bizim nesil bile bu hızlı teknolojik gelişmelerden nasibini aldı. Postaneden kaşeli olarak yazıp gönderdiğimiz bir mektuba günlerce hatta haftalarca cevap beklersek, aynı saatte cevaplanmayan bir e-mail canımızı sıkabilir. Teknolojik ilerlemenin ruhumuz üzerindeki etkisi aceleyle sınırlı değil. Teknoloji kişiliklerimizi değiştirdikçe algılarımızı, bilişsel işlevlerimizi ve hatta epigenetiğimizi değiştirir. Dijital çağın 21. yüzyılda başladığını varsayarsak, teknoloji içinde doğup, gelişen ve ölen bir neslin geldiği noktayı önümüzdeki yüzyıl gösterecek.
Eğitimden sağlığa, eğlenceden spora her alanda dijital dünya karşımıza çıktı. Özellikle pandemi sonrası tüm dünyada işlerimizi, gücümüzü ve alışverişlerimizi online yaptık. Eğitimde online sistem zorunlu hale geldi. Müziğimizi dijital platformlarda dinliyor, kitaplarımızı dijital ortamda okuyor ve hatta online uygulamalar ve sanal eğitmenler aracılığıyla spor yapıyoruz. Bunlar bir yandan günümüz yaşamında ivme kazanan şeylerken diğer yandan da insan ile doğa arasındaki temasın giderek azaldığı durumlar var. İnternetten kitap siparişi vermekle onları kuryeyle teslim ettirmek arasındaki farkı hayal edin! Bir kitapçıya girip kokusunu içinize çekmek, kitap aramak için çeşitli dergi ve şiir kitaplarını karıştırmak, aynı kitabı aldığınız başka bir müşteriye gülümsemek, kasaya geldiğinizde kasiyerle şakalaşmak, ne kadar uzak olduğuna şaşırmak birlikte alışverişinizdesiniz. Ve son olarak, ilk kitaplarınızı elinize aldığınız ve hevesle kitap ve dergileri karıştırdığınız bir kafede oturuyorsunuz. Online kitap kataloğunuz veya kapınıza gelen kitap kutusu size bu ritüelin konusunu anlatmayacaktır. Görünüşte fiyat bu; Bedel hız ve konfor için ödenir. Bu çağ bizi zamanla daha bireysel, sınırlı ve daha az belirsiz ritüellere yönlendiriyor.
Dijital çağın tüketim kültürünü besleyen doğasını inkar etmemizin hiçbir yolu yok. Çevrimiçi mağazada bir huniden lüks bir arabaya kadar her şeyi satın alabilirsiniz. Dijital çağ, iş veya eş bulma, eğitim, kişisel gelişim, donanım, kültürel hizmetler gibi sonsuz farklı ürünleri tüketme fırsatları da sunuyor. Akıl her şeyden önce gelir, yarattığınız yazılımlarla "ihtiyacınız olanı" size getirir. Tek yapmanız gereken onları seçmek. Örneğin dijital platformda temelde film ve dizi karışımı yapıyor ve meraklı tüketici sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar tabağındaki her şeyi siliyor. İzlenen diziler ve ekran karşısında geçirilen saatler modern yetişkinliğin bir göstergesi haline geliyor. Bu yapımlar oldukça kaliteli olmakla birlikte oldukça kalitelidir. Hem kültürel hem de ruhsal olarak büyük olasılıkla daha küçük yönler de vardır. Ama bu yüzden hemen yutulan şeyler oluyor çünkü dizi ve ekip birbirine karışamıyor. Fast food kültüründen farklı bir mantığı yoktur; standardizasyon, hız, ihtiyaçların karşılanması ve takip edilen tüketim davranışının sağlanması. Tüketicinin pasif rolü burada dikkate alınmalıdır. Dijital çağın insan psikolojisindeki bir başka büyük sonucu, talep edilmeden sunulana kıyasla zayıflığı burada yatmaktadır. Sonsuz seçeneklerle karşı karşıya kaldığımızda, aslında seçimlerimizden sorumlu olan aktif bir kişi olarak düşünürüz. Ancak bize olan şu ki, farkında olmadan içimize yerleştirdiğimiz kalıplara uyanı seçiyoruz. Bu nedenle, teknoloji ile süslenmiş tüketim çağı, bizi özgürleştirmekten çok köleleştirmektedir.
Teknolojinin, her türlü muhakeme dahil, algılarımızı ve bilişsel işlevlerimizi değiştirmesi kaçınılmazdır. İnsan zihni beşikten mezara kadar her türlü çevresel uyaranla şekillenmektedir. Dijital ortamlarda ağırlıklı olarak görsel bilgi bombardımanına tutuluyoruz. Bu maruz kalmanın çalışma belleği dediğimiz kısa süreli belleği etkilediğini gösteren yoğun araştırmalar var. Kullanılmayan özellikler, kullanılmadığında tozlanan şeyler gibi aklımızdan silinir. En basit örnekle akıllı telefonlardan sonra ezbere bildiğimiz sayılar bir elin parmaklarını geçmiyor. Teknolojiyle etkileşime girdikçe beynimiz değişir. Bu değişimin sanat algımızı nasıl etkilediği merak ediliyor. Örneğin, sayısız sanal müzeyi ziyaret etmeye karşılık geliyor mu? Renkler, notalar, doku ve yazı vizyonumuz nasıl oluşuyor? İnsansız sanat olur mu bilmiyorum ama yapay zekanın sanata dahil olması fikri beni korkutuyor. Çok işlemli, çok filtreli, fazlasıyla kurgu şeyler doğallığını yitirmiş gibi. Robotlar mesleğimizi elimizden alsa da (ki ben öyle düşünmüyorum) sanatı biz insanlara bırakın derim.